KPSS GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

23.09.2021
KPSS GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

GİRİŞ

Psikoloji
Genel olarak insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışların kökenlerini inceleyen bilim dalıdır.

Psikolojinin Alt Alanları
A. Akademik Psikoloji: Genel Psikoloji, Gelişim Psikolojisi (Çocuk, Ergen Ve Yetişkin Psikolojisi), Deneysel Psikoloji, Karşılaştırmalı Psikoloji, Fizyolojik Psikolojisi, genetik Psikoloji, Öğrenme Psikolojisi.
B. Uygulamalı Psikoloji: Eğitim Psikolojisi, Danışmanlık Psikolojisi, Klinik Psikoloji, Endüstriyel Psikoloji, Askerlik Psikolojisi, Din Psikolojisi.
C. Psikometri ve Psikoteknik: Psikometri (test geliştirme), Psikoteknik (yönlendirme).

Gelişim Psikolojisinin Kullandığı Yöntemler
1. Deneysel Yöntem: (Determinizm, neden sonuç ilişkileri.)
2. Betimsel Yöntem: Gözlem (doğal, sistematik, kesit alma, boylamsal, iç, dış gözlem.)
3. Korelasyonel Yöntem: Değişkenler arasındaki “karşılıklı” ilişkilerin belirlenmesi.

Gelişim psikolojisi bireylere ilişkin ortak özellikleri ve bireysel farklılıklara ilişkin veriler toplar. Bununla birlikte insan gelişiminin değişik evrelerindeki davranışları betimlemeye çalışırken aynı zamanda bu gelişimin hangi ilkelere bağlı olarak gerçekleştiğini inceler.

Ortak Özellikler: Bireylerin yaşamları boyunca geçirdikleri ortak bedensel, duygusal, zihinsel, sosyal gelişim özellikleri. Ortak özelliklere ilişkin bulgular özellikle değişik gelişim düzeylerine uygun ders programlarının hazırlanmasında önemli bir belirleyici etkendir.
Bireysel Farklılıklar: Her bireyde farklı farklı olan ve bireyleri diğer bireylere göre farklılaştıran özelliklerdir. Çağdaş eğitim anlayışı bireysel farklılıkları ihmal etmez. Bireyselleştirilmiş eğitim anlayışı çerçevesinde onları da kullanır. Öğrencilerin daha yetenekli daha güçlü oldukları alanlarda eğitim almalarına imkan tanır.



GELİŞİM PSİKOLOJİSİNDE TEMEL KAVRAMLAR

Tanım: Gelişim Psikolojisi insanların yaşamları boyunca geçirdikleri bedensel, zihinsel, duygusal ve toplumsal değişimleri inceleyen bilim dalıdır.
Yaş: Bireyin doğumundan söz konusu güne kadar geçen süreye denir. Zaman ile eş anlamlıdır. Yaş tek başına bireylerin durumunu tam olarak belirleyebilen bir faktör değildir.
Evre: Bireylerin gelişiminde niteliksel olarak birbirinden farklı olan dönemlerdir. Evrelerin şu özellikleri vardır.
a. Evreler genel özellikleri ve sorunları betimler.
b. Her evredeki davranışın kendine özgü nitelikleri vardır.
c. Bir evre diğer evreyi değişmeyen bir sıra içinde izler.
d. Evreler bütün kültürler içindir, evrenseldirler.
Kritik Dönem: Bireylerin yaşamında uygun olan ve olmayan durumların değişmez ve geri dönülmez sonuçlar yaratabildiği belirli zamanlardır.
Gelişme: Doğum öncesi dönemden ölüme kadar bireyleri gösterdikleri niceliksel/niteliksel, olumlu/olumsuz bütün değişmelerdir. Gelişme yaşam boyu sürer.
Büyüme: Doğum öncesi dönemden başlayarak yetişkinliğe kadar geçen süre içerisinde bireylerin gösterdikleri niceliksel (boyca ve kiloca) ve pozitif yöndeki değişmelerdir. Büyüme yetişkinliğe kadar sürer.
Olgunlaşma: Geniş anlamda olgunlaşma, bireye ait tüm güç ve yeteneklerin dengeli bir şekilde gelişmesini ifade eder. Dar anlamda ise, bireyin ya da bir organın görevini ve ya daha yüksek bir işlevi yerine getirebilmesi için gerekli yapısal değişiklikleri kazanmasıdır.
Hazır-oluş: Olgunlaşmaya geçmiş yaşantı (deneyimler) ve motivasyonun eşlik etmesiyle, bireyin bir davranışı yapabilmesi için psikolojik olarak uygun duruma gelmesidir.
Egzersiz: Bireyin ya da bir organın bir işlevi yerine getirebilmek için deneylerle çabalamasına denir.
Gelişim Görevi: Yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkan ve bireyi daha ileri düzeydeki bir davranışa götüren gelişim sorumluluklarıdır. Birey herhangi bir evreye özgü gelişim görevlerini yerine getirmeden, daha sonraki evrelerdeki gelişim görevlerini zamanında ve sağlıklı olarak yerine getiremeyeceği gibi genel kişilik gelişiminde de bir takım sorun ve aksaklıkların çıkmasına neden olacaktır.


GELİŞİM İLKELERİ


1. Gelişim Süreklidir.
2. Gelişim Hızı Dönemlere Göre Değişir. Örneğin bebeklik çağındaki gelişim ergenlik çağındaki gelişime göre daha yüksektir.
3. Gelişim Belli Bir Sıra İzler. İnsan gelişiminde basitten karmaşığa doğru bir yönelim söz konusudur. Örneğin çocuğun yürüme sürecinde olduğu gibi.
4. Gelişimde Belli bir Yönelim Vardır.
a. Coudal Yönlenme: Gelişmenin baştan ayağa doğru bir sıra izlemesi. (Önce baş daha sonra aşağıya doğru diğer organlar gelişirler)
b. Proksimodistal Yönlenme: Gelişmenin merkezden dışarıya doğru bir yön izlemesi. Örneğin önce omuz kasları sonra kol kasları gelişir.
5. Gelişimin Çeşitli Yönleri Etkileşim İçindedir. Örneğin çocuğun dil gelişimi sosyal gelişimini, zihinsel gelişimi duygusal gelişimini etkiler.
6. Gelişim Hem İç (Genetik Yapı) Hem de Dış Faktörlerin (Kültürel, Sosyal, Çevresel Etkenler) Etkisi Altındadır. Genetik yapı daha çok bedensel yapı ve zeka üzerinde etkilidir. Dış faktörler ise konuşulan dil, alışkanlıklar, arkadaşlık ilişkiler, cinsiyet rolleri, vb. etkinlikler üzerinde etkilidir.)

REFLEKSLER


Refleksler, dünyaya geldikleri andan itibaren bireylerin hayata tutunmalarını, varlıklarını sürdürmelerini sağlayıcı/kolaylaştırıcı etkiye sahip oldukları gibi hayatın daha sonraki evrelerinde gösterilecek daha karmaşık davranışların da temelini oluştururlar. Bu açıdan gelişim psikolojisi içinde önemli bir yere sahiptirler. Doğuştan getirilen bu refleksleri kısaca inceleyelim:
a. Emme – yutma Refleksi
b. Kusma, esneme, hapşırma Refleksi
c. Yürüme Refleksi (Koltuk altlarından tutulduğunda
d. Bebinski Refleksi (altına dokunulduğunda ayak parmaklarının açılması)
e. Tonik Boyun Refleksi (kol ve boyun kaslarının eşgüdümlü olarak açılması)
f. Sürünme – yüzme refleksi (Yüzüstü yatarken yüzer gibi kol ve ayaklarını hareket ettirmesi)
g. Moro Refleksi (Yakalama ve sarılma)
h. Yakalama Refleksi (Avuç içlerine dokunulduğunda parmaklarını Kapatmaları)

GELİŞİM GÖREVLERİ

BEBEKLİK DÖNEMİNİN GELİŞİM GÖREVLERİ
Bebeklik döneminin iki gelişim görevi vardır. Bu gelişim görevleri son derece kritik bir öneme sahiptirler. Çünkü bu gelişim görevleri daha sonraki dönemlerdeki hemen hemen tüm gelişim süreçlerinin özünü oluştururlar. Bu gelişim görevleri şunlardır:
a. Yürüme
b. Konuşma
Örneğin çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte kendini ifade etme, kendisine söylenenleri algılayabilme, buna bağlı olarak sosyal ilişkiler kurabilme vb. özellikler kazanılmaya başlanacak ve gelişeceklerdir. Yine yürümeyle birlikte organizmanın fiziksel dengesi kazanılacak, buna bağlı olarak pek çok psikomotor etkinlik için alt yapı kazanılmaya ve geliştirilmeye başlanacaktır.
Çocuğun bedensel gelişimi bağlamında yürüme, yaklaşık olarak aşağıdaki tabloda belirtilen yaş ve sıra ile gerçekleştirilir:

İLK ÇOCUKLUK DÖNEMİ GELİŞİM GÖREVLERİ (3 – 6 YAŞ)

1. Olgunlaşmaya bağlı olarak yürüme ve konuşmayı geliştirme.
2. Yemek yeme, kendi kendine giyinme, yüzünü yıkama gibi öz-bakım becerilerini kazanma.
3. El – göz koordinasyonu sağlama
4. Cinsel farklılıkların öğrenme, cinsel kimliği kazanmaya başlama.
5. Anne-babayı model alarak, değişik yaş gruplarıyla iletişim kurmayı öğrenme, duygularını fark etmeye başlama.
6. Toplumsal kural ve rolleri öğrenmeye başlama.

İKİNCİ ÇOCUKLUK DÖNEMİ GELİŞİM GÖREVLERİ (7 – 11 YAŞ)
1. Kendine karşı tutumlar oluşturma.
2. Yaşıtlarıyla gruplar oluşturabilme, iletişim ve kişiler arası ilişkilerin zenginleşmesi.
3. Okuma, yazma, aritmetikle ilgili üç temel beceriyi geliştirme
4. Büyük ölçüde kendisi için uygun bir model bularak cinsiyetine uygun rolü geliştirme
5. Vicdan ve değerler sistemi geliştirmeye başlama.
6. Kişisel bağımsızlık, kendi başına karar alma, sorumluluk yüklenme.


PSİKOMOTOR (=DEVİNİMSEL) GELİŞİM
Çocuğun kol ve bacaklarıyla tüm organlarını kullanmada güç, hız ve uygunluk sağlamasına; bedenini denetim altına almada becerikli duruma gelmesine psikomotor gelişim denilmektedir. Psikomotor etkinlikler insan davranışlarında önemli bir yer tutarlar. Bir futbolcunun hareketleri, kalemle yazı yazmamız, otomobil sürmemiz, çocuğun giyinip soyunması, bir müzik aletinin çalınması, bayanların örgü örmesi, bir askerin şınav, mekik, barfiks hareketleri, vs. psikomotor etkinliklere örnek olarak verilebilir.
Psikomotor etkinlikler, duyu organları vasıtasıyla uyarıcıların alınması, beyinde ilgili merkeze iletilmesi, algılamanın meydana gelmesi ve algılamaya bağlı olarak ilgili organların (kas gruplarının) harekete geçmeleri şeklinde bir dizi sıra izler. Daha genel bir açıklama ile psikomotor (=devinişsel) davranışlar sinirsel yapı ile kas yapıları arasındaki düzenli bir iletişim ve organizasyonu içerir.
Psikomotor etkinlikleri içtenlik ve olgunlaşma etkiler. İçtenlik, bireyin herhangi bir psikomotor davranışı gerçekleştirebilmek için istek duyuyor olmasıdır. Bireyin içtenlikle o davranışı gerçekleştirmeye çalışıyor olması gelişimi olumlu yönde etkileyecektir. Bununla birlikte ilgili davranışı sergilemekte kullanılacak olan organlar yeterli yapısal değişikliği kazanmış olmalıdır. Yani olgunlaşmış olmalıdır. Olgunlaşma meydana gelmediği sürece psikomotor etkinlik ya gerçekleştirilemeyecek ya da yeterli düzeyde sergilenemeyecektir.

Psikomotor Etkinliklerde Rol Oynayan Etmenler
Eşgüdüm: Herhangi bir psikomotor davranış gerçekleştirilirken kullanılan organlar arasında öncelik sonralık sırasıyla bir koordinasyon sağlanmalıdır. Örneğin, otomobilini kullanan birey, gaz ve debriyaj pedalını, vites değiştirmeyi belli sıra ve kooordine ile kullanması gerekir.
Güç: Herhangi bir psikomotor etkinliğin sergilenmesinde kullanılan organların yeterli güce sahip olması gerekir.
Tepki-Tepki Hızı: Herhangi bir psikomotor etkinlikte reaksiyon zamanı da oldukça önemlidir. Buradaki reaksiyon zamanı, uyarıcının alınıp beyinde algılandıktan sonra davranışın ortaya konulduğu ana kadar geçen süreyi ifade etmektedir.
Dikkat: Dikkat tanım olarak “Psiko-fizik enerjinin belli bir noktaya toplanması”dır. Bireyin bir psikomotor etkinliği gerçekleştirebilmesi için dikkatini uyarıcılara ve ortaya koyacağı davranışa odaklaması gerekir. Araç kullanan bir şoförün ya da örgü ören birinin dikkatini yaptığı davranışa toplamasında olduğu gibi.
Hız: Hız yukarıda açıklanan eşgüdüm (koordinasyon) ile ilgilidir. Birey bir devinişsel davranışı ortaya koyarken ilgili organları arasındaki koordinasyonu belli bir hızda yapması gerekir. Bir sporcudan ya da bir askerden bir dakika içinde belli sayıda mekik yapması istendiğinde söz konusu olan o davranışı belli bir hızda yapmasıdır.
Denge: Bütün psikomotor etkinliklerde organizmanın denge durumunda olması gerekir. Denge durumu olmadan psikomotor etkinlikler ya gerçekleştirilemez ya da istenen hızda, sürede yapılamazlar.
Esneklik: Herhangi bir psikomotor davranışta kullanılan organlar işlevlerini belli bir esneklik içerisinde gerçekleştirirler.
Bireyin yaşımda psikomotor etkinlikler kritik öneme sahiptirler. Bu etkinlikler sayesinde çocuklar dünyayı ve çevrelerini daha kolay ve etkili bir şekilde tanırlar. Bu bağlamda dokunur, keşfeder, merakını giderir, doyum sağlar. Ayrıca öz-bakım becerilerinin hemen hemen tamamı psikomotor davranışlardan oluşur. Bu nedenledir ki, özel eğitime muhtaç çocuklar da öncelikli olarak bu psikomotor etkinlikler konusunda eğitilmeye çalışılır.

PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM KURAMI (Sigmund FREUD)

FREUD VE PSİKANALİTİK KURAM

T E M E L K A V R A M L A R•

BİLİNÇLİLİK
Gerçeklere uyumu önde tutan mantıksal düşüncenin egemen olduğu bölmedir. Daha doğrusu bilinçli zihinsel süreçler bu niteliği taşırlar. Bilinçlilikte düşünce, duygu ve anılardaki neden-sonuç, zaman yer bağlantıları gerçeğe uygun olarak kurulur ve bunlara dayanan eylem uyumsaldır (adaptive).Gerçeği değerlendirme yetisi ile dış gerçekte olanla zihinde olan birbirinden ayırt edilir. Çocukluğun ilk yıllarında düşünce biçimi böyle mantıksal ve dış gerçeğe uyumsal nitelikte değildir. Çocukluğun ilk dönemlerindeki ilkel ve gerçeği tanımayan düşünce biçiminden, zamanla olgunlaşma ve öğrenme ile ayrışarak gelişen bilinçli mantıksal düşünceye “ikincil süreç” adı verilir. İşte bilinçlilikte egemen olan düşünce biçimi ikincil süreç niteliği taşır.

BİLİNÇ ÖNCESİ DÜŞÜNCELER
Kişinin belirli bir anda bilincinde ayırt edemediği birçok düşünceleri ve anıları vardır. Bunların bazıları bilinçli bir çaba ile bilinç düzeyine çağrılabilir. Bu çeşit düşüncelere ise BİLİNÇ ÖNCESİ DÜŞÜNCELER adı verilir. Örneğin, bir süre önce karşılaştığımız bir olayı artık bilincimizden tümüyle silmiş gibi olabiliriz. Ancak bu olayla ilgili bir çağrışım, bir uyaran tüm olayın yeniden bilince dönmesini sağlayabilir. Bu tür bilinçten silinmiş gibi sanılan ve uyaranlarla, çağrışımlarla bilince gelebilen anılar, duygular, dürtüler, bilinç öncesi niteliği taşırlar.

BİLİNÇDIŞI
Kişinin özel bir çabası ile bilince çağrılamayan, farkına varılamayan yaşantıların saklı olduğu ruhsal bölmedir; daha doğru bir deyimle, bu nitelikte olan ruhsal süreçlerdir. Bu yaşantılar ancak özel yöntemlerle: uyutum, serbest çağrışım, düşlerin, anormal ruhsal belirtilerin incelenmesi ile açığa çıkarılabilir. Zihinsel işlemlerin tümü birden kavramsal olarak bölmelere ayrılmış ve bunlara bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı adları verilmiştir. Bilinçdışını yargılama, algılama, istenç gibi birer yeti olarak görmek yanlış olur. Aslında bunlar arasında kesin sınırlar olduğu da düşünülemez. Bu kavramlar, bilinçli olarak ayırt edebildiğimiz ve hiç ayırt edemediğimiz psikolojik işlemlerin niteliğini belirten kavramlardır. Hiç kuşkusuz bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında bir süreklilik ve bağlantı vardır ve aralarında dinamik bir etkileşim söz konusudur. Önemli olan, bilinçdışında bulunan istek ve anıların zaman ve yer tanımaksızın eski güçlerini, eski enerjilerini sürdürebilmeleri ve çeşitli biçimlerde davranış üzerinde etkili olabilmeleridir. Örneğin, bilinçdışı bir korku, bir saplantı kişiyi yetişkin yaşamında etkileyebilir ve kişi bu etkileyici gücü hiç ayırt edemeyebilir. Öyle ki, insan davranışları tümden mantıksal düşüncenin ve istencin ürünü değildir. Uzun yıllar evlenmeyen ve annesini bırakamayan bir erkek, evliliğe karşı birçok akılcı gibi görünen bilinçli düşünceler ileri sürebilir. Fakat bunların altında, bilinçdışındaki bir Oedipal (Ödipal) saplantı evlenemeyişinin gerçek dinamik kaynağı olabilir.

SERBEST ÇAĞRIŞIM
Bilinçdışının incelenebilesi için bireyin aklına gelen bir düşünceyi hiçbir baskı, denetim ve süzgece uğratmadan açığa vurmasıdır. Serbest çağrışım normalde, uyanıklık durumunda düşüncelerde var olan denetim ve süzgecin, direncin kaldırılmasıdır. Serbest çağrışım klasik psikanalizin temel kuralıdır.

DİRENÇ (Resistance)
Bireyde bilinçdışının bilinçlenmesini, anormal davranış, düşünce ve duyguların bırakılmasını, değiştirilmesini, olumlu hasta-hekim ilişkisinin kurulmasını, iç görü kazanmayı, özetle değişmeyi ve iyileşmeyi önleyen ya da güçleştiren ve bireyin içinden gelen her türlü bilinçli ya da bilinçdışı direnme ve savunmadır. Direncin farkına varıldıkça direnç çözülür ve hastanın iç görü kazanmaya yönelik çabaları (serbest çağrışım, terapistle olumlu işbirliği, açılma, boşalma, vb…) verimli yönde gelişir, kolaylaşır.

AKTARIM (Transference)
Bireyin çocukluk çağında kendisi için önemli kişilerle (anne, baba, kardeş, vb…) yaşamış olduğu duygu ve tutumları şimdi ilişki kurduğu kişilerle ve duygulara göre değerlendirerek tepkiler göstermesidir. Psikoterapi sürecinde hekime çocukluğunda ana-babası ve başka önemli kişilerle yaşamış olduğu sevgiyi, nefreti, korkuyu, bağımlılığı ya da bu duygularla ilgili savunucu tutumları hekime aktarır. Hasta hekim ilişkisi içerisinde bunun tanınması, çözümlenmesi (analiz edilmesi), hastanın çocuksu davranışlarının tanınmasına yol açar. Bu da iç görü kazanma ve değişmenin ön koşuludur.

KARŞI AKTARIM (Counter-Transference)
Hekimin kendi çocukluğundaki duygu ve tutumları hastasına aktarması olayına denir. Duygulanımın aksi yönde olmasıdır. Psikanalistin, hastanın davranışlarına karşı bilinçli yanıtlardan farklı olarak, hastaya karşı kendi bilinçdışı istekleri ve çatışmalarına dayalı tepkiler vermesidir. Hekimin bunları tanıması ve sağaltım sürecini olumsuz yönde etkilemelerine olanak vermemesi gerekir.

İÇ GÖRÜ
Rahatsızlık belirtileri ile bunların kaynakları arasındaki bağları görmektir. Bir başka deyimle herhangi bir davranışın altında yatan bilinçdışı nedenlerin (dürtüler, savunmalar, geçmişteki ilişkiler, olaylar, çatışmalar, karmaşalar, vb.) bilincine varmaktır. İç görü kazanmak bir amaç değil, araçtır. Kazanılan iç görü değişmek, iyileşmek, yeni çözüm ve baş etme yolları için kullanılmadıkça, entelektüel bir egzersizden başka bir şey olamaz.

PSİKANALİTİK KİŞİLİK KURAMI

Freud’a göre insan kişiliğinin üç temel birimi bulunmaktadır. İd, ego ve süper ego. Diğer bir tanımla, alt benlik, benlik ve üst benlik

İd (alt benlik)

İd, kişiliğin temel sistemidir. Ego ve süper ego ondan ayrımlaşarak gelişir. İd, kalıtsal olarak gelen, içgüdüleri içeren ve doğuştan var olan psikolojik eğilimlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. Freud, İd’e “gerçek ruhsal varlık” demiştir; çünkü id, nesnel gerçeklerden bağımsız ve öznel bir yaşantı dünyasıdır. İd, fazla enerji birikimine katlanamaz ve böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi gidermek için id, biriken enerjiyi biran önce boşaltma eğilimi gösterir.
Freud, bu bağlamda bir haz ilkesinin egemenliğinden söz etmektedir.
Haz ilkesinin egemenliği altında işleyen İd, bütün isteklerinin anında yerine getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İdin kaynağı bilinçaltı dürtülerdir. Birey çoğu kez bu dürtülerin etkisinin farkında değildir. İdin dış dünyayla bağlantısı yoktur; zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler burada yan yana bulunabilir.
Ego haz arar, acıdan kaçar. Zaman zaman da dış dünyayla ilişkilerini keser, uykuya dalar. İd ise tamamen bilinçsizdir. Doğrudan doğruya tanınamaz. Soydan ve kalıtımdan gelen her şey burada yer alır. İçgüdüler, içgüdüsel ve tutkusal dürtüler burada barınırlar. Varlığını koruma ve cinsel ihtiyaçların kaynağı cinsel içgüdü, saldırganlık içgüdüsü idde yer alırlar.
Öte yandan, çocukluk çağında ve sonraları da hayat boyunca bilinçaltına itilmiş unsurlar İd’de toplanırlar. Burada bulunan haz ilkesi acı bir tansiyonun yerini hoş bir hale bırakmasını sağlamaya çalışır. Yani id, acıdan kaçınma ve haz duyabilme amacını güder. Gerilimi boşaltmak için önce bunu ortadan kaldıracak nesnenin ya da kişinin imgesini oluşturur. Örneğin birincil süreç, aç bir insana herhangi bir besin maddesinin zihinsel görüntüsünü sağlar. Ancak bu tek başına gerilimi gidermeye yetmez. Aç insan, besin maddesinin zihinsel imgesiyle doymaz. Dolayısıyla yeni ya da ikincil psikolojik süreçler geliştirilir ve böylece kişilik yapısının ikinci sistemi olan ego belirlenir.

Ego (Ben)
Ego, İd’i denetim altında tutmaya çalışan kişilik birimidir.
Freud, ‘gerçek dış dünyanın etkisi altında alt benliğin (İdin) bir parçasının özel bir gelişme’ gösterdiğini, ‘dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış tabakadan’, giderek özel bir yapı geliştiğini ve bu yapının ‘alt benlik ile dış dünya arasında bir arabulucu’ görevini yüklendiğini ileri sürdü ve gelişen bu yapıya benlik (ego) adını verdi.
Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Açlığın giderilmesi için aç insanın yiyeceği arayıp, bulup yemesi gerekir. Bunun için dış dünyada var olan yiyeceğin gerçek algısıyla yiyeceğin zihinsel imgesini birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundadır. Dolayısıyla belleğindeki imgeye uygun bir yiyeceğin görüntüsünü ya da kokusunu duyu organlarıyla araştıracaktır.
Ego, gerçeklik ilkesi’nin egemenliğindedir. Gerçeklik ilkesinin amacı, ihtiyacın giderilmesi için uygun bir nesne bulununcaya kadar gerilimin boşalımını ertelemektir. Gerçeklik ilkesi, haz ilkesini geçici olarak engeller, ancak sonradan ihtiyaç nesnesi bulunduğunda haz ilkesi tekrar ön plana çıkar ve gerilim giderilir.
Benlik (ego) ruhsal yapının düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı (homeostatik) parçasıdır. Bu düzenleme ve uyum sağlama görevi şu yetiler aracılığıyla gerçekleştirilir.
1. Dürtüsel gereksinmelerin içerden algılanması;
2. Dış dünyadaki koşulların ve durumların algılanması;
3. Bütünleme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üst benliğin istekleriyle düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe uydurulabilmesi;
4. Yürütme yetisi ile istemli davranışın eyleme geçirilmesi.
Egonun bilinçli ve bilinç dışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinç yönü ruhsal yapının yürütme organı, karar verme ve alınan kararları bütünleştirme işlevini üstlenirken, bilinçdışı ise savunma mekanizmalarını içerir. Savunma mekanizmaları, idden kaynaklanan içgüdüsel dürtülere (spesifik olarak cinsel ve saldırgan nitelikte olanlara) karşıt gücü oluştururlar.
Ego, çevresindeki nesnelerin hangileriyle ilişki kuracağını seçer ve hangi güçlerin ne biçimde doyum bulması gerektiğine karar verir. Bu çok önemli yürütme işlevini yerine getirirken ego, aynı zamanda id’in, süper egonun ve dış dünyanın birbiriyle çatışma durumunda olan istekleri arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Ego, bir ihtiyacın giderilmesi için plan tasarlar, sonra bu planın geçerli olup olmadığını araştırıcı eylemlerde bulunur. Aç bir insan önce yiyeceği nerede bulabileceğini araştırır, sonra oraya doğru yola çıkar. Buna gerçeklik sınaması denir.
Egonun önemli işlerinden biri de hareket yollarını kontrol etmektir. İd ile ilişkilerinde, Egoyu atın taşkın gücünü dizginlemeye çalışan bir süvariye benzetebiliriz.
Halis Özgü’nün (1976) tanımıyla ego, üçlü bir baskıyla karşı karşıya bulunan, bunun sonucu olarak da üçlü bir tehlike içinde yaşayan zavallı bir yaratıktır. Egonun karşılaştığı bu tehlikeler, dış dünyadan, idden ve süper egodan gelmektedir. Bu yüzden ben, üç ayrı değişik sıkıntı ile karşı karşıyadır.
Egonun bir görevi de organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Çocukluğun ilk dönemlerinde organizma daha çok acıdan kaçma haz ilkesinin etkisi altındadır, oysaki zamanla gelişen benlik, neyi, ne zaman, nerede doyurabileceğine karar verme, dürtüleri ve gereksinmeleri bekletebilme, erteleyebilme gücünü kazanır. Görülüyor ki ilk çocukluk çağında daha çok alt benlik egemendir. Bekletebilme, erteleyebilme, dürtülere başka türlü doyum yolları bulma, onları değiştirme, bastırabilme, uygun yer ve zamanda onların doyumunu sağlayan eyleme girişme ancak gelişmiş benlik aracılığıyla olur. Başka bir deyimle benlik, dürtüler üzerinde göreceli bir egemenlik kurmayı öğrenir. Benliğin (egonun) dürtüleri bekletebilme, erteleyebilme gücüne engellenmeye dayanma gücü denir.
Böylece anlaşılıyor ki alt benlikte egemen olan doyum ve haz ilkesine karşılık benlikte egemen olan gerçeklik ilkesidir. Gerçeklik ilkesinin uygulanabilmesi, yukarıda tanımladığımız gibi iç ve dış uyaranların, iç ve dış gereksinimlerin ve koşulların algılanması ve değerlendirilmesi ile olur. Gerçeği değerlendirme yetisi bireyin ruhsal dünyası içinde olup ve dışında olup bitenlerin ayırt edilebilmesidir. Neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin imge (hayal), neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Bu bir benlik işlevidir. Benliğin bu işlevi, özel durumlarda bozulabilir ya da gelip geçici olarak aksayabilir. Örneğin korkulu bir düşten uyandığımızda, henüz bilincimiz tam uyanıklık durumuna geçmeden önce, belki birkaç saniyelik süre içinde, gördüğümüzün düş mü yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemeyebiliriz. Az sonra bunun bir düş olduğunu, yani kendi ruhsal dünyamızda, zihnimizde yaşanmış bir olay olduğunu; gerçekte olmadığını fark ederiz. İşte benliğin bu işlevi de, engellenmeye dayanma gücü gibi, benlik gücünü yansıtan önemli bir özelliktir. Genellikle gerçeği değerlendirme yetisinin süreğen zayıflaması, benliğin zayıflaması ile birlikte gider.

Süper ego (Benlik)
Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süper ego’dur. Bu sistem çocuğa ana-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir; kişiliğin ahlaki yönüdür. Gerçekten çok, olması gerekeni temsil eder, hazdan çok kusursuzluğa ulaşmak ister. Süper egoyu ilgilendiren husus bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna karar verip, toplum tarafından onaylanmış değer yargılarına göre davranmaktır.
Süper egonun başlıca işlevleri:
1. İd’den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve ketlemek ki bunlar, özellikle toplumun hoş karşılamadığı nitelikteki cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek,
3. Kusursuz olmaya çalışmaktır.
Süper ego, id ve egoya karşı çıkarak kendi istediği düzene yöneltme eğilimindedir. Ego, içgüdüsel isteklerin doyum bulmasını erteler, süper ego ise bu istekleri tümden engellemeye çalışır. İd, ego, süper ego farklı ilkelerle çalışan psikolojik süreçlere verilmiş adlardır. Olağan koşullar içinde bu ilkeler birbirine karşıt çalışmaz, egonun yönetici önderliği altında bir ekip olarak birlikte hareket ederler. Böylece kişilik üç ayrı parça olarak değil, bir bütün olarak işler. Bir diğer anlamda, id kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süper ego toplumsal bölümlerini oluştururlar.
Bir toplumun “vicdanı”, o toplumun bireylerinin süper egosunda yer alır ve süper ego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye, “bu yaptığın doğru, aferin!” ya da “bu yaptığın yanlış, utan kendinden!” mesajlarını verir. Ego ise hem idi memnun etmeye çalışır, hem de süper ego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
İd, ego ya da süper egodan birinin diğerlerinden daha kuvvetli ya da zayıf olduğu zaman farklı kişilik türleri ortaya çıkar. Örneğin, süper egosu son derece gelişmiş olan ve diğer temel kişilik birimlerine baskın olan kişi, büyük olasılıkla utangaç, özellikle cinsel arzularını ve kızgınlık duygularını, onların ifadesinin uygun olduğu ortamlarda dahi ender ifade eden bir kimse olur. Diğer yandan İd’i baskın olan bireyse kendini bencil istek ve arzularının hemen o anda tatmin edilmesinin dışında başka hiçbir şeyi göz önüne almaz, yaşamda sürekli toplumla sürtüşme içinde olur, başkalarının haklarına, düşünce ve duygularına saygısız, kendine ve topluma zararlı biri olur.

PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM KURAMI

Kişilik gelişimi açısından psikolojiye en önemli katkı psikanalizin kurucusu Freud ve onun takipçilerinden gelmiştir. Aşağıda kişilik gelişimi, “psikoseksüel gelişim ilkelerine göre açıklanacaktır.
Freud, kişiliği gelişim açısından inceleyen ve kişiliğin temel karakter yapısında bebeklik ve çocukluk yıllarının önemini belirten ilk kuramcıdır. Freud, beş yaşın sonlarında kişiliğin oldukça biçimlendiği ve bu yaştan sonraki gelişimin, temel yapımın işlenmesiyle sınırlandığı inancındaydı.
Bu kuramda insanın gelişimini altı dönemde incelemiştir. Oral Dönem, Anal Dönem, Fallik Dönem, Gizillik (Latent) Dönem, Ergenlik Dönemi.

Oral Dönem (0–2 yaş)
Bu dönem id’in egemenliği altındadır. Doğal dürtülerin hemen doyurulması, gerginliğin hemen giderilmesi çocuğun en başta beklentisidir. Çocuk dışardan verilecek bakıma tümden bağımlı ve çaresizdir. Çocuk ancak kendine verebilecek bir annenin varlığıyla yaşamını sürdürebilir.
Çocuğun bu dönemde kazandığı ilk toplumsal işlev, almak, almayı bilmek ve elde etmektir. Yani çocuk kendisine anne tarafından verilen şeyleri alırken, toplumsal anlamda almayı da öğrenir. Çocuk kendisine veren kişilerden verilmiş olmayı da değerlendirerek “vermek-verebilmek” yetisini de kazanır.
Sürekli bakım veren kişinin (anne ya da sürekli bir bakıcı) bebekliğin ilk aylarındaki eksikliği, çocuğun motor, bilişsel, duygusal ve sosyal gelişiminde önemli aksamaya ve yetmezliğe, hatta geriliğe yol açabilir.
Oral dönemde çevresel koşullara ve biyolojik yapıya bağlı olarak, aşır doyurulma ya da aşırı doyumsuzluk içinde kalma yüzünden çocuk sonraki dönemlerine ilerleyemeye bilir. Bu nedenle yetişkinlik yaşamında da oral dönem özelliklerine fazlaca tutunabilir. Aşırı ağızcılık (oburluk), aşırı bağımlılık, alıcılık, edilgenlik baskın olursa bu davranış özellikleri oral saplanma belirtileri olarak yorumlanabilir. Böyle bir kişi başkalarından almaya alışmış, aşırı isteyici ve bağımlıdır. Oral dönemde çocuğun kazanması beklenen duygu özgüven duygusudur. Bu da ancak annenin (ya da çocuğa bakım veren kişinin) düzenli ve tutarlı bir şekilde çocuğun ihtiyaçlarını karşılamasıyla mümkündür. Oral dönemde idin haz ilkesi işlemektedir.

Anal Dönem (2–4 yaş)
Çocuğun yürümeye, konuşmaya ve kendi benliğini çevresinden ayrı algılamaya başladığı; yavaş yavaş bağımsızca düşünme ve davranma gibi yetilerin yapıtaşlarının geliştiği bir devirdir.
Bu dönemde çocuğun dışkılama büzgeç kaslarının gelişmesiyle çocuğun dünyasına yeni bir eylem yetisi katılmaktadır. Çocuk içerde biriken dışkısını tutarak ya da bırakarak bir haz duyar. Çocuğun dışkısını tutabilmesi ve annesinin istediği yerde ve zamanda yapması çevreden büyük ilgi görür ve ödül alır. Böylelikle çocuk artık toplumun iyi, kötü, doğru, yanlış ve ayıp gibi yargıları ile karşılaşmaktadır. Süper ego gelişmeye başlar.
Anal dönemde bazı aile tutumları çocukta anal saplanmaya ve anal kişilik özelliklerinin gelişmesine yol açabilir. Bu tutumlar arasında, çocuğa sıkı, katı, cezalandırıcı tuvalet eğitimi; özerklik tanımayan, bağımlı, bebek kalmayı destekleyen aşırı koruyucu ve denetleyici tutumlar, aşırı düzenlilik ve titizlik eğitimi, çocuğa ayıp ve günah kavramlarının fazla aşılanması sayılabilir.
Anal kişilik özellikleri gösteren yetişkin bireylerde, aşırı titizlik, tuvalet işlemleri ile aşırı uğraşma, cimrilik, inatçılık, aşırı düzenlilik, kararsızlık gibi özellikler görülür.

Fallik Dönem (4–6 yaş)
2.5–3 yaşlarına giren çocuğun düşünce dünyasında giderek artan bir biçimde yeni bir algı alanı oluşur. Bu eşeylik ayrılıkları ile ilgilidir ve çocuğun dikkati eşey organlarına ve bunların anlamlarına yönelir. Çevreden ve başka insanlardan ayrı bir kişi olduğunu kavramış olan çocuk, artık “nasıl bir kişi” olacağını araştırmaktadır. Bu nedenle kendi bedenine, cinsel ayrılıklarına ve genellikle çevrede olagelen her şeye karşı derin, bitmek bilmez bir soruşturma ve öğrenme eğilimi gösterir.
Cinsel ayrılıkların öğrenilmesi, cinsel benlik duygusunun başlaması ve cinsiyete uygun rollerin belirlenmesi de bu yaşlarda iyice kesinleşmiştir. Çocuk cinsel yasakları ve değerleri hızla öğrenir.
Bu çağda aşırı korkutmalar, suçlandırma ve cezalar, atılganlığın kısıtlanması, çocukta girişim kısırlığı ve aşırı çekingenliğe neden olabilir.
Bu dönemin kriz noktası Oedipus (Ödipus) kompleksi ve İğdişlik korkusudur.

Oedipus (Ödipus) kompleksi:

Erkek çocuğun annesine, kız çocuğun babasına karşı özel bir sevgiyle (aşk) yaklaşıp erkek çocuğun babayla, kız çocuğun da anneyle yarışa girmesi, hatta ondan nefret etmesi. Erkek çocuk, bir yandan babasına sevgi duyup onun gibi olmak isterken diğer yandan da ondan nefret eder. Bu yüzden önemli bir çatışma yaşanır. Karşı cinsten olan ebeveyne karşı sevgi dolu ilgi, hemcins ebeveyne karşı ise iki değerli bir tutum oediepus karmaşasının içeriğini oluşturur.
Fallik döneme özgü ödipal çatışmayı çözememiş kişiler yetişkin yaşamda bilinçli ya da bilinçsiz ödipal eğilimler ya da buna karşı aşırı savunmalar geliştirebilir.
Çocukta bu döneme kadar görülmeyen vicdan ve ahlak duygusu işte bu özdeşimlerin güçlenmesiyle gelişmektedir.

İğdişlik Korkusu
Fallik dönemde erkek çocuk için penis, çocuğun bütün benliği, varlığı ile eşdeğer bir anlam ve önem kazanır. Toplumsal tutumların da desteği ile erkek çocuğu kız çocuktan ayıran bu değerli, “üstün” organla ilgili olarak çocuk zihninde bir takım korkular geliştirir. Kız çocukta penis olmadığını fark edince bunun kendisinde de yok edilebileceği kaygısı doğar. Ayrıca ailede ve toplumda çocuğun yaramazlıklarına, penisi ile oynamasına, gece işemelerine karşı bir ceza olarak penisin kesileceği sıklıkla söylenir. Ülkemizde bu yaştaki çocuklara yapılan, “tutun şunu sünnet edelim, vb…” biçimdeki korkutmalar, takılmalar ve gerçekten bu yaşlarda yapılan sünnet olayının kendisi penise bir zarar gelebileceği, ceza olarak penisin kesilebileceği korkusunu uyarır. Bu korku, iğdişlik korkusu olarak bilinir.
Bu korkunun varlığı çocukta yalnızca penise bir zarar gelecek biçiminde görülmez. Birçok değişik ve gizli biçimlerde ortaya çıkabilir. Erkek çocuğun sık sık penisini açıp bakması, göstermesi ve bu konuda konuşması, penisin sağlam olduğuna ilişkin bir çeşit kendine güvence verme belirtileridir. Çocuk, penisle ilgili korkuyu, bedeninin başka bir parçasına aktararak herhangi bir çizik, yara veya ameliyat üzerine büyük endişeler gösterebilir. Penisten yoksun olan kız ve kadınları aşağı görerek onlardan uzak durabilir. Başka çocukları gerçekten ya da simgesel biçimlerde iğdiş etmekle tehdit edebilir. Erkek çocukta görülen iğdiş edilme korkusunun kız çocuktaki karşılığına Freud, penise imrenme demiştir ve kız çocuktaki cinsel kimlik gelişimini bu varsayım üzerine dayandırmıştır.

Gizil Dönem
Latent (gizil) dönem 6 ve 12 yaş arasını kapsamaktadır. Bu dönemde çocuğun cinsel dürtüsü gizlidir. Çocuk cinsiyetle ilgili konulardan hoşlanmaz ve kendini daha çok oyuna verir. Kendi cinsi ile arkadaşlık yapan çocuk karşıt cins ile ilgilenmez, hatta onlara düşmanca davranır. Bu dönemde bilişsel becerileri ve kültürel değerleri edinmeye başlayan çocuk sosyal ortamlara girmeye başlar.

Genital Dönem
Ergenlikle beraber genital aşama kendini göstermeye başlar. Kişi cinsel organları ve duyguları arasında bir bağ olduğunu fark etmeye başlamıştır. Karşıt cinse karşı ilgi bu dönemde görülmeye başlar. Bu dönemin sonunda kişi yetişkin dünyasına girebilecek düzeye gelmiştir.

Freud’a göre insanın psikolojik gelişiminin temelinde iki güç bulunmaktadır. Bunlar cinsel ve saldırganlık dürtüleri ile çevredeki davranışlardır (özellikle anne-baba-çocuk etkileşimi).
Freud’a göre insan bir enerji sistemidir; cinsel ve saldırganlık güdüleri tarafından güdülenir ve organizmaya haz sağlanması için davranır; gerginliği azaltmak için çabalar. İnsan görünürde yasal ve toplumun beklentileri doğrultusunda davranır; ancak davranışlarının nedenlerinin çoğunlukla farkında değildir; içgüdülerine sürekli gem vuran toplumun kısıtlamalarıyla karşı karşıyadır.
Freud’un psiko-seksüel gelişim kuramına göre insanın kişiliğinin çok büyük bir kısmı ilk 6 yaş içinde tamamlanır. Bu nedenle kuram içinde ilk yılların önemi büyüktür. Kuramın bir diğer özelliği de insanın kişilik gelişimini evrelere ayırarak incelemesidir.
Freud’un kuramında kişiliğin başlıca 5 dönemden geçerek oluştuğu yani 5 dönemden geçerek yetişkinlikteki kişilik örüntüsünün temellerinin atıldığı ileri sürülür. Bu dönemler şunlardır:

• Oral Dönem (0–1 Yaş)
• Anal Dönem (2–3 Yaş)
• Fallik Dönem (4–5 Yaş)
• Latent (=gizil, örtük) Dönem (6–12 Yaş)
• Genital Dönem (12 yaş ve sonrası)

İlk üç dönem pregenital dönemler olarak ta isimlendirilirler. Bu dönemdeki ihtiyaçlar aşırı doyurulur ya da doyumsuz kalırsa saplantı meydana gelebilir. Bu saplantılar da kişiliğin gelişiminde etkin rol oynarlar.
Oral dönemde ağız en önemli organ ve haz kaynağıdır. Bu dönemin önemli özelliği çocuk anneye bağımlılık ve içe alıcılıktır. Bu dönemde meydana gelecek saplantılar ağızcıl bir takım alışkanlıklara neden olur. Örneğin sigara, kinayeci ve münakaşacı olma vb.
Anal dönemde boşaltım sisteminin kontrolü (tuvalet eğitimi) önem taşır. Haz dışkılama ile ilgilidir bu nedenle dışkılama organları haz merkezidir. Tuvalet eğitiminin katı ve cezalandırıcı olması halinde bu dönemde saplantı meydana gelebilir. Aşırı kontrolcü olma, kuralcılık ve cimrilik bu dönemdeki saplantıların ileride görülebilecek örnekleri sayılırlar.
Fallik Dönemde cinsiyetler ve farklı beden yapıları fark edilir. Cinsel organlar ilgi ve haz odağıdırlar. Bu dönemde oedipal kompleks denen çocuğun karşıt cinsteki ebeveyne yakınlık ve ilgi duyma yaşantısı yer alır. Ana-babaya aynı zamanda duyulan sevgi ve kıskançlık ya da düşmanlık duyguları çocukta çatışma ve kaygı yaratır. Bu çatışma aynı cinsteki ebeveyn ile özdeşim kurarak çözümlemeye çalışılır.
Latens dönem cinsel ihtiyaçlar açısından sessiz ve sakin bir dönemdir. İlgi ders, spor, oyun gibi alanlarda yoğunlaşır.
Genital Dönem yetişkinlik süresince devam eder. Cinsel olgunluğa karşı cinsten olan kişilerle kurulan ilişkiler sonucu ulaşılır. Arkadaşlık, cinsellik, mesleğe yönelme, geleceği planlama, evlilik vb. konularda düşünmeye ve hazırlık yapılmaya başlanır.

BİLİŞSEL GELİŞİM (JEAN PIAGET)

Biliş Nedir?
Biliş, (Cognition) düşünme, öğrenme ve hatırlama süreçlerine denir. Bilişsel Gelişim ise, yaşla birlikte bu süreçlerde meydana gelen değişimlerdir.
Bilişsel gelişim açısından bireyler, aşağıdaki yeteneklerle dünyaya gelirler:
• Şemalar oluşturma
• Özümseme
• Uyum sağlama
• Uzlaşma

Şema
Doğumdan itibaren çocukların dünyayı anlamak ve keşfetmek için yaptığı deneyler (girişimler) sonucunda, fiziksel ve sosyal dünyanın nasıl işlediğine dair oluşturdukları kuramlara şema adı verilir.
Özümseme
Çocuğun, yeni bir nesneyle/olayla karşılaştığında bu yeni nesne/olayı daha önce edindiği şemayı/şemaları kullanarak yani yeni nesne/olayı daha önce edindiği şemalar içinde şekillendirerek açıklamaya çalışmasıdır.
Uyum Sağlama
Karşılaşılan yeni durum daha önceki şemaların kullanılmasıyla açıklanamadığında çocuğun, daha önce edindiği şemayı değiştirerek yeni bir şema oluşturmasına uyum sağlama adı verilir.
Organize Etme
İlk kez karşılaşılan her durum bireyin içinde var olan bilişsel dengeyi bozar ancak özümseme›uyum sağlama süreciyle bu denge yeniden kurulur. Uyum sağlama sürecinden sonra yeni edinilen her şema daha önceki şemalar (davranışlar) arasına alınarak tüm yapının yeniden düzenlenmesine organize etme adı verilir.
Uzlaşma
Şema›özümseme›uyum›organize etme süreci ile birey sürekli olarak bilişsel dengesini korur veya bozulan dengeyi yeniden düzenler. Buna bağlı olarak da sosyal ve fiziksel çevreyle yani yaşamla denge/uyum içinde kalmaya çalışır. Buna uzlaşma adı verilir.

Bilişsel gelişim aşağıdaki öğeler yoluyla gerçekleşir:
• Deneyim
• Sosyal Geçiş
• Olgunlaşma
• Dengeleme

Deneyim
Çocukların sosyal ve fiziksel çevreyle (yaşamla) gerçekleştirdikleri her türlü etkileşim ve yaşantılardır.
Sosyal Geçiş
İçinde yaşanılan toplumun ve kültürün (arkadaş, aile vb.) herhangi bir durum hakkındaki bilgisinin paylaşımıyla yeni şemaların kazanılmasıdır. (Örneğin kelebeğe “kelebek” demek.)
Olgunlaşma
Bazı bilişsel süreçlerin fiziksel yeterliliklerin artmasına bağlı olarak gelişmesidir. Dil öğrenme gibi. Örneğin, yeterli fiziksel olgunlaşma meydana gelmeden dil gelişimi gerçekleştirilemez.
Dengeleme
Yukarıdaki üç sürece eşlik eden bir süreç olarak, insan düşüncesinde doğuştan var olan, çevre ilişkilerinde ve kendi içinde gittikçe daha dengeli, ayrıntılı ve tutarlı olma eğilimidir.

Piaget’e Göre Bilişsel Gelişim Dönemleri

Duyusal Hareket Dönemi (Sensory-Motor/0–2 yaş)
Özellikleri
Başlangıçta nesne kalıcılığı yok, 1 yaş civarında kazanılmaya başlanıyor.
İnsanlarla sosyal etkileşimlere girme
Model alma ve taklit etme kökenli davranışların ortaya çıkması
Sembolik düşünceye hazırlık (Henüz sembolik düşünce yok)
Tutarak, hareket ettirerek gözleyerek öğrenme
Yaşantıya dayalı öğrenme daha etkili
2 yaş civarında (dönem sonunda) kelime hazinesi yaklaşık 250 civarında

İşlem Öncesi Dönem/2–7 yaş
Sembolik İşlemler Dönemi/2–4 yaş
Özellikleri
Sembolik düşünce gelişimi (nesne ya da hareketlerin bir diğerini temsil etmesi)
Dilin ve dramatik oyunların kullanılmaya başlanması
Kelime hazinesinde hızlı bir artış
Ben-merkezci düşünce
§ Animizm. Canlı ve cansız nesneler arasında ayrım yapamama; sihirli-majik- düşünce. (taşlar yaşıyor, lokomotifler canlıdır, ağaçlar düşünebilir, cam elimi acıttı, ağaç yapraklarını aşağıya ittiği için yapraklar düşüyor, vb.)
§ Kolektif Monolog. Karşısındakini dinlemeden, onun kendisini dinlediğini varsayarak konuşma
§ Paralel Oyun. Diğer çocuklarla yan yana oynamasına rağmen, diğerlerinin oyunlarına dikkat etmeme.

Sezgisel İşlemler Dönemi/4–7 yaş
Özellikleri
§ Akıl yürütmelerin başlaması.
§ Nesneleri belirli bir özelliğe göre sınıflama ve sıralamada zorluk/güçlük yaşama.
§ Sayı uygunluğunu başaramama

Somut İşlemler Dönemi/7–12 yaş
Özellikleri
§ Empati. Olayları başkalarının gözünden görmeyi başarma
§ Mantıksal Düşünme. Mantıksal düşünebilmekle beraber bunları olay ya da nesneler üzerinde uygulayabilme.
§ İleriye ve geriye doğru düşünebilme. Zihinsel bir işlem dizisini (mesela bir deneyi) ileriye ve tersine doğru sıralayabilme.
§ Merkeziyetsizlik. Karar verirken çok merkez/boyut/özellik kullanabilme.
§ Korunum. Şekilsel değişme, kütlenin değiştiğini göstermez.
§ Ayniyet. Bir şey eklenmediği veya çıkarılmadığı sürece miktar değişmez.
§ Telafi. Bir boyutta meydana gelen bir değişiklik diğer bir boyutta değişiklik meydana getirir.
§ Dönüşebilirlik. Görüntüsel değişiklik eski hakline dönüşebilir; miktar değişmez.
§ Çoklu sınıflama. Nesneleri birden fazla özelliğe göre sınıflayabilme.

Soyut İşlemler Dönemi/12yaş ve üstü
Özellikleri
§ Analiz-sentez. Nesneleri birleştirip ayırabilme.
§ Ergen egosantrizmi. Aşırı idealizm, hayali seyirciler.
§ Soyut düşünebilme. A>B; B>C &#222; A<C
§ Soyut kavrama. Özgürlük, adalet vb. soyut kavramları algılayabilme.
§ Hipotezler oluşturabilme ve aralarından seçim yapabilme.

DİL GELİŞİMİ

Genel bir kabul olarak dil gelişimi bilişsel gelişime paralel olarak ortaya çıkar. Bu görüş Piaget merkezli bir görüştür. Fiziksel (psiko-motor), bilişsel gelişim ve dil gelişimi arasında bir paralellik vardır.
Dil, duygu ve düşüncelerin ses ve anlam olarak ortak olan öğeler ve kuralları kullanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan gelişmiş simgeler/semboller bütünüdür. Dil, öğrenme, hatırlama ve tanımanın en önemli yoludur.

DİL GELİŞİMİNDE FARKLI KURAMSAL YAKLAŞIMLAR

Bihevyorist (Davranışçı) Görüş (Skinner, Thorndike, Watson, Pawlow)
Davranışçılara göre dil, herhangi bir şeyin öğrenildiği gibi öğrenilir. Yani dilin kazanılmasında tekrar ve pekiştirme önemlidir. Dilin kazanılmasında
1. Pekiştirme (Ödül-ceza)
2. Tekrar
esastır.

Biyolojik Temelli Görüş (Chomsky, Lenneberg)
Dil gelişiminin temeli biyolojiktir ancak çevre koşullarından da bağımsız değildir. Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik unsurlara bağlayan görüşlere psikolinguistik görüşler adı verilir. Dil gelişimi daha fazla olgunlaşmanın (biyolojik) etkisi altındadır. Bu kurama göre dilin kazanılmasında iki ana yapı esastır; bunlar sırasıyla:
1. Düşünsel (kavramsal) yapı: Önce kelimler ve anlamları anlaşılır.
2. Yüzeysel yapı: Sözcüklerin kullanılması, konuşma.

Sosyal Öğrenme Kuramı (Bandura)
Dil gelişimi, sosyal gelişim süreci içinde
1. gözlem
2. taklit
yoluyla gerçekleştirilir. Kısaca dil kazanımının temeli model almadır.

PIAGET’E GÖRE KONUŞMANIN EVRELERİ

a. Agulama (0–2 ay): İl bir ayda ağlama dışında belirli ses yok. Bilinçsizce ses çıkarımı, o-u-n-g-m sesleri.
b. Babıldama (2–5 ay): ünlü ve ünsüzlerin birlikte çıkarılması, ba-da-ma gibi. Kendi kendine sesler tekrar edilir.
c. Çağıldama-heceleme (6–12 ay): Kullanılmayan seslerin yok olması ve ailenin kullandığı seslerin kullanılmaya başlanması. İlk kez bir kelime bir nesnenin sembolü olarak kullanılır.
d. Tek sözcük (12–18 ay): Konuşmada kritik dönem. Tek kelimeyle çok şey anlatılmaya çalışılır. Tek sözcüklerin anlamlı cümleler gibi kullandığı görülür. Mesela “mama?” bana mama ver ya da bu mama mı anlamında kullanılır.
e. Telegrafik konuşma (kelimelerin birleştirilmesi) (18–24 ay): Kelime hazinesi artar. Yaklaşık 200–250 kelime. İki kelime bir cümle içinde sık sık kullanılır.
f. İlk gramer süreci (24–60 ay): gramer kurallarına uygun olacak cümleler (giderek daha karmaşıklaşan) kullanılmaya başlanır.

DİL GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

a. Olgunlaşma
b. Diğer gelişim süreçleri
c. Çevre ve aile (sosyo-ekonomik durum, dil kullanımı, dilde nitelik vb.)
d. Kitle iletişim araçları
e. Deneyimler (özellikle oyunlar)
f. Cinsiyet

PSİKOSOSYAL GELİŞİM (E. ERIKSON)


Erikson’un kuramına göre bireyin toplumsal gelişimi esastır. Bu kuram da gelişimi evreler halinde ele almaktadır. Bu kuramda evrelerin bir özelliği her evrenin bir ikilemi beraberinde getirmesidir. Her evre içinde ikilem bir psikososyal çatışmayı ifade eder. Bu çatışmaların olumlu şekilde sonuçlanması psikososyal gelişimin sağlıklı şekilde gerçekleştiğinin bir ifadesidir.
Her evrede egemen olan bir ortam bulunmaktadır. Psikososyal gelişimin olumlu sonuçlanmasında bu egemen ortamların önemli bir etkisi bulunmaktadır. O halde çatışmanın olumlu olarak sonuçlanabilmesi için öncelikli olarak ortamların birey üzerinde olumsuz etkiler yapmamasına önem gösterilmelidir.

ERGENLİK DÖNEMİ

Ergenlik Dönemine Giriş
Çocukların ergenlik dönemine girmesiyle birlikte meydana gelecek cinsel, bedensel ve toplumsal değişmelerin başlamasında ana etken endokrin sistemdir (iç salgı sistemi =hormon salgılama sistemi). Bu nedenle, ergenliğin başlamasında ve yetişkin özelliklerinin kazanılmasında etkili olan hormonlara kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.

Endokrin Sistem (İç Salgı Sistemi) Salgı Bezleri ve Hormonlar
Hipofiz Bezi: Genel büyüme hormonu (GBH), prolaktin ve gonadotropik hormon olmak üzere üç önemli salgısı bulunmaktadır.
• Genel Büyüme Hormonu: Anne karnındayken salgılanmaya başlanır. Çok salgılanması durumunda dev yapılı insanlar, az salgılanması durumunda da cüce yapılar oluşur.
• Prolaktin: sadece kadınlarda salgılanır. Anne sütünün meydana gelmesinde etkilidir. Annelik duygusuyla da ilintili olduğu sanılmaktadır.
• Gonadotropik Hormon: Ergenlik dönemine doğru salgılanmaya başlanır. Salgılanmasıyla birlikte Gonadlar (cinsel bezler) uyarılır ve gonadlar kendi hormonlarını salgılamaya başlarlar.

Tiroid Bezi: En önemli hormonu trioksindir. Enerji tüketimi için besinlerin, kullanımını düzenler. Aşırı salgılanması durumunda hiperaktivite (aşırı hareketlilik) gözlenir. Bireylerin Bireyler zayıf görünüşlü olurlar; zihinsel aktiviteleri yüksek olan bu bireylerde sinirlilik gözlenir.
Az salgılanması durumunda ise apati hali oluşur; yani aşırı kilo alma, duyarsızlık, yavaş hareketler gözlenir.

Böbreküstü Bezleri: Adrenalin başka salgıları da bulunan bu bezlerin en önemli hormonudur
• Adrenalin: Sempatik sinir sistemini uyarır. Vücutta genel uyarılmışlık hali sağlar, kandaki şeker oranını etkiler.
• Kortin: Kan basıncının düzenlenmesinde etkilidir.

Gonadlar (Cinsel Bezler): Erkek gonadları testis, kadın gonadları ovarium adını alırlar. Testisler çok sayıda hormon salgılar. Androjen ve kriatin bunlardan iki tanesidir. Androjen sesin kalınlaşması, kaslanma vb. erkeksi özelliklerin kazanılmasında etkilidir. Kriatin ise çocuklarda da bulunur. Kandaki kriatin miktarı azalıp diğer gonad hormonları çoğalınca ergenlik dönemine girilmeye başlanır. Ovariumun tek salgısı östrojen hormonudur. Bu hormon çocuk sahibi olabilme ve kadınsı bedensel özelliklerin kazanılmasında etkilidir.

ERGENLİK VE SORUNLARI

ERGENLİK
İnsanın gelişiminde erinlikle başlayıp yetişkinliğe devan eden önemli fiziksel, zihinsel ve toplumsal değişimlerin yaşandığı döneme ergenlik dönemi denilmektedir.
Erinlik ise, çocukluğun sona erdiği, üreme organlarının olgunlaştığı, ikincil cinsel özelliklerin görüldüğü ve ergenlik döneminin başlangıcı sayılan özelliklerin ortaya çıktığı dönemdir.

Ortaöğretim Dönemi Gelişim Görevleri (12-18 yaş)
1. Sosyal gelişme ile birlikte her iki cinsteki yaşıtlarıyla yeni, olgun ilişkiler kurabilme,
2. Yetişkin kadın, yetişkin erkek rollerini üstlenebilme,
3. Yetişkinlerden bağımsız duygusal özerkliğini elde etme,
4. Bir mesleğe doğru yönelip hazırlanmaya başlama,
5. Evliliğe ve bir aile kurmaya ilişkin duygusal altyapının kurulmaya başlaması,
6. Toplumsal sorumluluklar alabilme, bu sorumlulukları yerine getirebilme.

Erinlik Dönemi Sorunları
1. Baş ağrısı, sindirim bozukluğu gibi bedensel yakınmalar.
2. Yalnızlık isteği
3. Çalışma isteksizliği, çabuk yorulma
4. Ahenksizlik, beceriksizlik,
5. Çabuk sıkılma,
6. Kıskançlık başkalarını çekememe,
7. Otoriteye karşı direniş,
8. Karşı cinse yöneltilmiş zıtlık,
9. Coşkularını denetleyememe,
10. Kendine güvensizlik,
11. Kendini eleştirmek, beğenmediği yönleri ile aşırı ilgilenmek,
12. Sık sık huysuzlaşma,
13. Sık sık hayal kurma (gündüz rüyaları)

ÇOCUK YETİŞTİRME TUTUMLARI

Ergenliğe bedensel gelişim açısından bakıldığında öncelikle cinsiyet hormonlarının üretiminin arttığı gözlenmektedir. Kızlarda gözlenen değişiklikler erkeklerden yaklaşık 1–2 yıl önce başlar. Öncelikle eller ve ayaklar büyür. Erkeklerde kas gelişimi daha belirgindir. Sindirim sistemindeki organlar gelişir ve hayali hastalık şikayetlerine rastlanır. Beden yapılarının ergenler üzerinde etkileri olmaktadır. Örneğin sürekli dış görünümle ilgilenir, herkesin onu izlediğini ve dış görünüşüyle ilgilendiğini düşünür. Olumlu benlik imgesine sahip olanlar olumlu benlik algısı geliştirirler ve beden imgesine göre toplumsal ilişkilerini ayarlarlar. Kızlarda çekicilik, erkeklerde atletik vücut yapısı ön plandadır. Cinsiyete uygun beden görünümü ve algısı önem kazanır.
Ergenliğe sosyal gelişim açısından bakıldığında benliğini bulma, kimlik geliştirme, özdeşleşme, arkadaşlık ve grup ilişkisinin önem kazanması, karşı cinsle olan arkadaşlığa önem gösterme, aileden bağımsız hareket etme eğilimi, kahraman ve ünlülere özenme, vb değişiklikler gözlenir. Yine bu dönemin sonuna doğru önceleri değişiklik gösteren ilgilerde bir belirginlik bir durulma meydana gelmektedir.
Erinlik döneminin başlamasıyla girilen ve yaklaşık 4–5 yıl kadar sürecek olan ergenlik döneminin sorun ve kaygıları, yedi ana başlık çerçevesinde ele alınabilir. Bunlar aşağıda verilmiştir:

1. Ev ve aile ilgili sorun ve kaygılar (ergen-anne-baba çatışmaları, evde uygun iletişim ortamının olmaması, ergenin otoriteye karşı olan olumsuz tutumları, vb.)
2. Toplumdaki yeriyle ilgili sorun ve kaygılar (yetişkin rolünü üstlenmeye özellikle psikolojik olarak hazır olmamasına rağmen kendisine yetişkin rolü yüklenmesinin oluşturduğu sorunlar, vb.)
3. Kız-erkek arkadaşlığı ile ilgili sorunlar,
4. Okul ile ilgili sorunlar (arkadaş edinme, bir gruba üye olmak isteme, öğretmen-öğrenci arasındaki çatışmalar, akademin başarısızlıktaki nedenlerin abartılı yaşanması, vb).
5. Gelecek ve meslek seçimiyle ilgili sorunlar (ileride sürmeyi düşündüğü yaşama ilişkin beklentilere bağlı olarak geleceğin planlanmaya başlanması, seçeceği üniversite ve alana ulaşmak için stresli bir çabalama sürecine girmiş olmanın yarattığı kaygılar, vb.)
6. Ahlak ve değerlerle ilgili sorunlar (içinde yaşadığı toplumlarda örneğin aile veya diğer çevrelerde etkisinde kalarak büyümüş olduğu sosyal, moral, dini, vb. değerlerin özümsenmesi ve kişiliğin istikrarlı bir parçası haline
getirilmesi sürecinde yaşanan kaygı ve çatışmalar.
7. Sağlıkla ilgili sorun ve kaygılar (organizmadaki hormonal dengelerin değişmesi, hızlı ve simetrik olmayan bedensel değişmeler, iç organların gelişmesinden kaynaklanan sorunlar.)


Çocuk Yetiştirme Tutumları
• Otokratik Tutum: Çocuğun kendisini ifade etmesine fırsat verilmez. Anne ya da baba evin mutlak hakimidir ve söz sahibi olan yalnızca odur. Çocuklar karar veremedikleri gibi ebeveynce alınan karara da uymak zorundadır. Bu tutum doğrultusunda yetişen anne babanın çocukları ya saldırgan ya da içe kapanık kişilik özellikleri göstereceklerdir.
• Yetkeci Tutum: Çocuğa kısmen de olsa karar hakkı tanınır. Ancak son karar yine ebeveynlerce verilir.
• Demokratik Tutum: çocuğa kendini ifade edebilme hakkı
tanınır, hem çocuğun hem de anne-babanın karşılıklı hakları vardır.
Anne-baba-çocuk iletişiminde ve etkileşiminde belirleyici olan da
bu karşılıklı haklardır.
• Eşitlikçi Tutum: Çocuğun ve anne babanın rolleri aynı
düzeydedir.
• İzin Verici Tutum: Anne-baba sadece onay verici konumdadır.
Ağırlık çocuğun üzerindedir ve çocuğun yapıp etmelerine anne-
baba sadece onay vermektedirler.
• Bırak Yapsıncı Tutum: Çocuk anne ve babanın kararlarına uyup
uymamakta serbesttir.
• İlgisizlik Tutumu: Ebeveynler çocuklarının davranışlarıyla ve
eğitimleriyle ilgilenmezler.

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ

Yetişkin fiziksel ve psikolojik olarak olgunlaşmış kişidir. Olgunluk, bireylerin, yaşamın gereklerine ve zorluklarına uyum sağlamaları ve bunlarla esnek bir biçimde başa çıkabilmeleri için sürekli değişim gösterme yeteneğidir. Bir başka tanımla olgunluk, kişinin kendisi ile kendisi hakkındaki algılarının uyumluluğu şeklinde ifade edilebilir. Olgunlaşmayla birlikte kişinin kimlik duygusu yerleşir, kişisel ilişkileri özgürleşir, ilgileri derinleşir ve sahip olduğu değerler insancıllaşır. Ergenler sorunlarının kaynağını dışarıda ararken; yetişkin, sorunların toplumun beklentileri ile kendi benliği arasındaki çatışmalardan kaynaklandığını fark eder.
Gelişimsel bir evre olarak yetişkinlik üç dönem halinde ele alınır:

a. Genç Yetişkinlik (Ergenlik döneminin sonu – 35 yaş)
b. Orta Yetişkinlik (yaklaşık 36 – 60 yaş arası)
c. İleri Yetişkinlik (Yaklaşık 60 yaş ve üstü)

Yetişkin Gelişim Görevleri:
1. Eş seçme
2. Eşiyle birlikte yaşamayı öğrenme
3. Ana-baba olma
4. Çocuk yetiştirebilme
5. ev işlerini yürütebilme
6. Geçimini sağlayacak iş bulma
7. Toplumsal sorumluluklarını yerine getirebilme
8. Uygun bir toplumsal gruba katılma

Yetişkinlikte Bedensel Değişmeler:
Genç yetişkinliğin başında fiziksel güç en üst noktaya ulaşır. İnsan bedeninin en verimli çalıştığı yaşlar 25–30 yaşları arasıdır. Ancak 30–60 yaşları arasında kaslar yetişliğin başlarındaki potansiyelinden %10’luk, 60–70 yaşlar arasında %20’lik bir güç kaybı olur. 30 yaşlarından sonra harcanan hücrelerin yerine yeni hücrelerin oluşması azalır. Duyu organlarının işlevlerine ilişkin kayıplar gözlenmeye başlanır. Örneğin görme duyusu, işitme kayıpları gözlenir. Uyaranlara tepki verme süresinde artış oluşur. Yani tepki verme süresi uzar. Yetişkinliğin başlarında akut (ani) rahatsızlıklar yer alırken, orta yaş ve yaşlılıkta kronik (sürekli, müzmin) hastalıklar ortaya çıkar.
Zihinsel işlevler açısından da genç yetişkinlikte birey optimal düzeyde iken, ilerleyen yaşlarda akıcı zeka azalır, birikimli (=kristalize) zeka artar.