Füreya Koral kim? Füreya Koral eşi? Füreya Koral Selahattin Karacabey, Füreya Koral Kimdir? Kaç Yaşında?

17.07.2022
Füreya Koral kim? Füreya Koral eşi? Füreya Koral Selahattin Karacabey, Füreya Koral Kimdir? Kaç Yaşında?

Füreya Koral kim? Füreya Koral eşi? Füreya Koral Selahattin Karacabey, Füreya Koral Kimdir? Kaç Yaşında?

Füreya, 12 Haziran 1910, Büyükada bulunan Şakir Paşa Konağı’nda, Hakiye Hanım ve Emin Bey’in biricik kızı olarak dünyaya geldi. Hakiye Hanım, bir Osmanlı Paşası, Şakir Paşa’nın kızıydı. Emin Bey ise, Kurtuluş Savaşı’na katılacak olan, Atatürk’ün silah arkadaşlarından Emin Koral Paşa idi.

Füreya, soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmişti. Bir konakta, hiçbir maddi sıkıntı çekmeden süreceği biri hayata açmıştı gözlerini; şanslıydı. Ne isterse istesin, ulaşabileceği mesafedeydi…

Şakir Paşa Konağı’nın küçük çocuğuydu Füreya. Bu konak, ailedeki her canı sanki kendisi doğurmuşçasına sahipleniyordu her bireyini Füreya’ya göre; yıllar sonra bu durumu böyle değerlendirecekti. O dönem bazı Osmanlı aileleri, sarayın baskısından kurtulmak için Büyükada’ya yerleşiyordu. Füreya’nın ailesi de adaya böyle yerleşmişti. Yakın akrabalar bir arada, bu yeşillikler içindeki konakta koşturarak büyüdü Füreya…

Füreya Koral, soyuttan gerçekliğe uzanan, zaman zaman yerel etkilerin görüldüğü anlatımı ve doğu-batı sanatının senteziyle dünyada adını duyurmuş, Türkiye’nin ilk seramik sanatçısıdır. Dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde eserleri sergilenmiş, büyük bir takdir toplamıştır. Türkiye’de seramik alanında sanatsal anlamda ilk atölye Koral tarafından kurulmuştur. Sanat her yerde görüşünün savunucularından olan sanatçı, birçok öğrenci yetiştirmiş ve bu günün çağdaş seramik sanatının temelini atmıştır.

Füreya Koral, Şakir Paşa’nın Sare İsmet Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinden olan dört kızından biri olan Hakkiye Hanım’ın Emin Koral’la evliliğinden, 12 Haziran 1910’da dünyaya gelir. Köklü, soylu birçok sanatçı yetiştiren Şakir Paşa ailesinin yedi sanatçısından biridir Füreya. Ünlü kadın ressamlarımızdan Fahrelnissa Zeid ve gravür sanatçısı Aliye Berger teyzeleri, Şirin Devrim, Nejad Devrim, Cem Kabaağaçlı kuzenleri, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı ise dayısıdır. Tek bir aileden bu kadar sanatçının çıkması Şakir Paşa Ailesi’nin mitini besler. Bu mitin kaynağını en güzel ifade eden ise, ailenin bir sonraki kuşağının temsilcisi Şirin Devrim’dir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan egzantrik ailesi için “Harika Çılgınlar” der. Travmatik olaylar, ölümler, hayatın zorluklardan yeterince nasibini alan ailenin, en ilginç özelliklerinden biri gözü kara çılgınlıkları olsa da, hayata hep sanatla tutunmuşlardır.

Toprak ve su
Ateş ve sır
Madde ve şekil
Elleriyle biliyor bunları Füreya
Çamuru yoğurduğu elleriyle
Çamura biçim verdiği elleriyle
Ekmeği fırına veren fırıncı gibi
Çömleğini fırına verdiği elleriyle yaşıyor sıcaklığını ateşin
Elleriyle görüyor Füreya elleriyle
Ferit Edgü

Üç katlı, görkemli bu konak, bir camii ve kilisenin ortasındaydı. Yani her iki kültürden de kazanımlar edinerek büyüdü Füreya. Bir gün seramiğe gönül verip kendini sanata adadığında bunu daha iyi anlayacaktı. Füreya, kendi deyimiyle, “Osmanlı laleleri, karanfilleri ve söğütlerinin, Kütahya yeşilinin, kiremit kırmızısının, hele de Akdeniz turkuazının tutsağı” idi. Tüm ailenin yaşam tarzı ve sanata bakışı, bu konaktaki yaşam ile şekillenmişti…

Boşuna değildi sanata düşkünlüğü; ailede o kadar çok sanatçı vardı ki. Üstelik ünlülerdi de. Büyükbabası, tarih yazarı ve ödüllü bir fotoğrafçı olmasının yanında aynı zamanda çini ve sermaikle de ilgiliydi. Seramiğe ilgisi belli ki ondan genlerine kodlanacaktı. Halikarnas Balıkçısı olarak tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaçlı da Füreya’nın dayısıydı. Gravür sanatçısı Aliye Berger, aktris Şirin Devrim, ressam Fahrünissa Zeid gibi birçok isimle aynı gendendi…

Özel dil dersleri, sanat dersleri derken, Füreya bir küçük hanımefendi olmuş; gönlünü sanata kaptıran bir hanımefendiye dönüşmeye hazırlanıyordu.

Bir kaza sonunda Şakir Paşa’yı kaybettiler. Tam bu sırada I. Dünya Savaşı da patlak vermişti. Tüm ülkenin huzursuzluğu, elbette konakta da hakimdi. Şakir Paşa’nın ailesi, böyle bir dönemden sanatla geçti. Sanatla yeniden doğdular.

Bir porselen bebek edasında pamuklara sarmalanıp büyütülen Füreya, birçok konuda özel öğretmenlerden dersler almaya başlamıştı. Eğitim, bu aile için her şeyden önemliydi. 1927’de, ailesinin gözbebeği güzel bir genç kız olarak Notre Dame de Sion Kız Lisesi’nden mezun oldu.

Hemen ardından ailecek kararı İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde karar kıldılar. Bu dönemdeki en büyük tutkusu da keman çalmaktı. Hemen keman dersleri başladı. Özel dersini daha sonra teyzesi Aliye Hanım ile evlenecek olan Macar Prof. Charles Berger’den alıyordu. İyiden iyiye keman çalmaya başlamıştı Füreya. Bu güzel eller kemana yatkındı; ancak şimdilik. Bu eller bir gün seramiklere adeta can vereceğinden habersiz, bugün keman çalıyordu. Bir dönem müzik eleştirileri ve çevirileri yaptı.

Prof. Berger, Füreya’ya sanatta mükemmeliyeti, ödün vermemeyi öğretmişti. Dürüst olmak, namuslu kalmak sanat için önemliydi.

İlk gençlik zamanları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçiyordu. Atatürk ve Latife Hanım’ın evine yaptıkları ziyaret sırasında Füreya, gencecik bir kızdı. Onlara kemanıyla konçerto çaldı. Sadece elleri değil, heyecandan tüm bedeni titriyordu. Tek solukta çaldığı konçertonun ardından anı defterini Atatürk’e uzatarak ondan bir şeyler yazmasını rica etti.

Şöyle yazmıştı Atatürk, Füreya’nın anı defterine:
“Füreya hanım görüyorum ki, siz çok çalışkan bir insansınız. Millet sizden çok şey bekliyor. Siz çalışmalı ve bir şeyler vermelisiniz memlekete” (M. Kemal Atatürk)

Füreya, defterinde yazılı bu övgü dolu sözlerden sonra tüm ömrü boyunca ne yapması gerektiğini aramaya başladığı, o ilk lezzetli anı yaşıyordu. Atatürk, onu beğenmekle kalmamış; ona güvenmişti de…

Füreya, ikinci evliliğini, 1935’teMilletvekili Kılıç Ali ile yaptı. Kılıç Ali, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından biriydi.

Bu evlilik ile Füreya, Atatürk’e daha yakın olmaya başlamıştı. 3 sene sonra onu kaybedene kadar hep bir arada olmaya devam ettiler. Sonra da İstanbul’a taşınacaklardı. Bir yandan da anı defterine yazdığı cümleleri düşünüyordu. Sorumluluklarının bilincindeydi. Ancak henüz doğru adımın ne olduğunu kestiremiyordu. Daha zamanı vardı demek…

Bu arada bu evlilik ona iyi gelmişti. Bir sonu vardı; ama onun da zamanı vardı. Füreya, eşinin oğlu Altemur’a iyi bir anne olmuştu. Özellikle kültürlü ve sanatkâr ruhlu bir çocuk olması için çabalıyordu…

Bazen kötü olaylar, bize iyi olanı sunmak ve onun değerini bilmemizin istenildiğini göstermek için başımıza gelir.

Füreya’nın hayatında iyiye vesile olacak o olay ise bir hastalıktı. Füreya verem olduğunu öğrendiğinde 37 yaşındaydı ve eşi, onu çoktan tedavisi için İsviçre’ye göndermişti. Burada 2 sene kaldı ve kesinlikle kolay zamanlar değildi.

Hayatta ne yapmak istediğini hala bulamamış olmanın ıstırabını yaşarken, şimdi de hastanedeydi ve ona göre bu hiç adil değildi. Bir gün Aliye Teyzesi ona oyalanması için plastik hamurlar getirdi. Burada o kadar sıkılıyor ve sıkıldıkça düşünüp o kadar kısır döngüye giriyordu ki, bu plastik hamurları reddedemedi. Hamura ilk dokunduğunda, hayatını başarı ateşine verecek o, ilk kıvılcımdan habersizdi.

Çok geçmeden içinde onu dürtüp duran, uyanmak isteyen tutkunun ne olduğunu bulmuştu. Füreya hemen resim, yontu, seramik dersleri almaya başladı. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmek, bilgiyle dolup taşmak istiyordu. Derslerden sonra seramik üzerine kitaplar aldırttı. Artık onu mutlu eden şeyin farkındaydı ve bu mutluluğu herkesle paylaşmalıydı…

Peşini bir ömür bırakmayacaktı. Bu sanatoryum ona sadece sağlığını değil, hayatının mesleğini de kazandırdı. Türk seramikçiliği de Füreya’ya kavuşuyordu…

Her şey çok hızlı ilerliyordu. yıllarca yapmak için düşündüğü şeyi bulmuştu ve hızını alamıyordu. 1951 yılına ne çok şey sığdırdı. Evinde, iki küçük bölmeden oluşan Türkiye’nin ilk seramik atölyesini kurdu. Durmadan üretiyor ve öğretiyordu. Alev Ebüzziva, Bingül Başarır gibi özel isimleri, bu atölyede yetiştirdi.

Bu sırada hastalığı tekrar nüksetti ve riski çok yüksek bir ameliyata girdi. Tüm o büyük risklere rağmen hayattan bir şans daha kazanmıştı ve bu sefer daha çok üretmeliydi. Daha rahat nefes alıyordu ve aldığı her güzel nefesin de hakkını vermek istiyordu.

Seramiğe daha fazla sarılmalıydı; buna yürekten inanıyordu. Artık sadece seramik için yaşıyor gibiydi. Öyle ki, yatağını bile seramik fırının yanına taşımıştı…

Kimisi dünyayı bisikletle gezeceğini hayal eder; kimisi bunu gerçekten yapar. Füreya’nın hayalinde bisiklet gibi seni bir yerden başka yere fiziksel olarak götürme yetisi olan bir araç yoktu belki; ama o, seramiğe kattığı ruhla her yerde hissediyordu.

İlk kazanımlarından sonra seramiği başka iklimlere taşımaya başladı. Ahmet Hamdi Tanpınar böyle tanımlamıştı Füreya’nın seramik aşkını; başka iklimlere taşımak…

Füreya, ilk çalışmalarında Mevlevi dervişlere, seyyahlara uzanmıştı. Daha sonra Hitit motifleri işlemeye koyuldu. Sınır tanımıyordu. Kim olduğunu ve ne istediğini biliyordu artık ve bunun için çok çalışmalıydı. Kazandığı bir burs ile Güney Amerika’ya gitti. Burada Aztek ve Maya kültürünü inceleme fırsatı da buldu. Döner dönmez eserlerinde bu incelemelerin de sonucu doğacaktı.

üraye için seramik kendini ifade etmek demekti. Siz baktığınızda sıradan bir süs eşyası ya da görkemli bir sanat eseri görebilirdiniz; ama onun dünyasındaki karşılığı her şeye bedeldi.

Zamanla etrafımızda gördüğümüz birçok yapıda da onun izleri oluşmaya başladı. Örneğin, İstanbul Marmara Oteli’nin lobisindeki duvar panosunu 1960’ta yapmıştı. Ankara Ulus Çarşısı’ndaki duvar panolarını 1962’de, İstanbul Divan Otel’deki duvar panosunu ise, 1969’da…

Bunlar sadece yüzlerce binlerce eseri arasında birkaç örnekti. Bir de sanatı için Türkiye’de ve yurt dışında aldığı ödüller vardı. Fransa’da düzenlenen Cannes Uluslararası Sergisi’nde Gümüş Madalya; Çek Cumhuriyeti’nde düzenlenen Prag Uluslararası Sergisi’nde Altın Madalya; İstanbul Uluslararası Seramik Sergisi’nde Gümüş Madalya aldı. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Ödülü, Wahington Smitjsonian Enstitüsü Ödülü gibi birçok ödüle layık görüldü…

(Soldan sağa: Aliye Berger, Fahrelnissa Zeid, Robert Trainer, Şirin Devrim, Hakkiye Koral ve Füreya)