Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu. Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı, ölüm satın alınsaydı nemrut tutar alırdı

01.06.2022
Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu. Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı, ölüm satın alınsaydı nemrut tutar alırdı

Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu. Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı, ölüm satın alınsaydı Nemrut tutar alırdı.

İşte Haluk Bilginer’in Baba Dizisi Sezon Finali Tiradı…

Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu.

Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı.

Ölüm satın alınsaydı Nemrut tutar alırdı.

Çıkmadık canlara derman olurdu, Lokman Hekim ölmedi mi?

Bu yüzden hiç korkmadık biz, umudumuz hep Allah’tandı.

Derdimize yüksel dedik, istediğin kadar yüksel!

Nasıl olsa geçmeyecek misin?

Zalimlere güçlendik dedik, dilediğin kadar güçlen!

Nasıl olsa düşmeyecek misin?

Öyle oldu, olacak.

Bu dünya iyiyle kötünün arasında bir yerde

Ama günü geldiğinde iyilerden taraf olacak.

Sultan Süleyman’ın yeryüzünde Hakk’ın temsilcisi olduğu çağlardı.. Tabi ki Dünya hükümranlığı yanında ‘Manevi Sultan’lığı da elde ettiği aşikar, Süleyman a.s.’ı kastediyorum. Milattan önce 10.yy’da İsrailoğulları’na krallık yaptığı söylenen Hazreti Süleyman(Kral Şlomo), Allah’ın izniyle tüm canlıların dilini konuşabildiği gibi, sadece insan ve hayvanlara değil, parmağındaki yüzük marifetiyle cinlere de hükümdarlık edermiş. ‘Şlomo’, İbranice Şalom yani Selam kökünden türemiş ‘Selamet getiren, teslim olmuş yahut İslam üzere olan’ olarak anlamlandırabileceğimiz bir isim. Dinin maksadı olan ‘Tevhid(birlik)’ sırrına erenlerin tüm yaradılmışların dilini anlaması ve Allah’ın(cc) halifesi olarak üzerlerinde tasarruf sahibi olması bence de doğaldır. Rahman istediğine dilediği oranda gayb aleminin sırlarını açar, nimetlerini ayağı dibine saçar.. Davut a.s.’ın oğlu Hz.Süleyman da yaşadığı dönemin adalet temsilcisi olarak bulunmakta, üstün bilgeliği sayesinde kullar arasında hakemlik yapmayı vazifeleri arasında bilmekteydi. Kendisine bahşedilen zenginlik ve krallığının haşmeti bir yana, bilhassa da doğruluk ve bilgeliğiyle yedi düvele nam salmadaydı…

Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu. Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı, ölüm satın alınsaydı nemrut tutar alırdı

Bir gün iki kadın getirdiler Süleyman Peygamber’in huzuruna; İki anne ve bir de bebek. Aralarında ihtilaf vardı. İkisi de bebeğin kendilerinin olduğunu iddia ediyordu. Hz.Süleyman meseleyi anlatmalarını istediğinde birincisi söz aldı önce; -“Efendim, bu kadınla birkaç gün arayla doğum yaptık. Birlikte otururuz. İkimizin de kocası, kimsesi yok. Bebeklerimizi bir arada büyütmeye başlamıştık ki bu kadının bebeği öldü, bunu hazmedemeyince ölenin benim bebeğim olduğunu söylemeye başladı, yalan, ardından bebeğimi çaldı ve şimdi de kendisinin olduğunu iddia ediyor, vermiyor. Yavrumu geri istiyorum!”. Hz.Süleyman doğru hüküm verebilmek için kucağında bebek olan ikinci kadına da söz verdi. O da aynı hikayeyi anlatıyor ama kucağındakinin kendi bebeği olduğunu, kıskanç arkadaşı bebeğini elinden almaya çalıştığı için şikayetçi olduğunu söylüyordu. Meseleye ışık tutacak ne bir şahit ne de bir delil vardı. Mahkeme salonundakiler başlarını öne eğmişler krallarının bu işin içinden nasıl çıkacağını merakla bekliyorlardı. Hz.Süleyman bir an sessiz kaldıktan sonra ayağa kalktı ve celladın tez huzuruna çağırılmasını emretti. Sonra kadınlara döndü ve bebeği tutan kadının kucağından kundaktaki bebeciğin alınmasını işaret ederek hükmünü açıkladı; -“Madem aranızda anlaşamıyorsunuz ve ikinizin de iddiasının aksini ispat etmek mümkün değil, bebeği tam ortadan ikiye böleceğiz, ikinize de birer yarısı verilecektir!”. Dehşet içinde açıldı salondakilerin gözleri. Elinde kılıcıyla cellat huzura varmıştı bile, efendisinin bir dediğini iki etmeyeceği belli, hazırdı emri uygulamaya. Kucağından bebeği alınan kadın öfkeli bir bakış fırlattı ötekine ve mecburen razı olduğunu belirtircesine salladı kafasını. Diğer kadın ise hıçkırıklara boğularak atıldı bir anda Kral Süleyman’ın ayaklarına; -“Yalvarırım yapmayın, ben annelik hakkımdan vazgeçiyorum, tamam, arkadaşıma verilsin bebek, razıyım, yeter ki yaşasın, n’olur bir zarar gelmesin yavrucağın tek bir kılına..”. Süleyman(as) usulca gülümsedi, bebeğin, ayaklarına kapanan kadına verilmesini emretti hemen; ancak seven, gerçek bir anne böyle davranırdı. Mesele müthiş bir şekilde çözülmüştü. Kralın tebası ise bir kez daha efendilerinin hikmeti karşısında hayran, böyle bir hükümdara sahip oldukları için Tanrı’ya şükrediyorlardı..

Belki de bebeğini kaybeden kadın durumu kabullenebilse diğerinin bebeğini beraberce büyütebilirlerdi, ona süt anneliği yapardı ve belki sonra Rabbi ona daha hayırlı olacak bir başka evlat bahşederdi, bilinmez.. Aktardığım meselin, adaletin bilgelikle uygulanmasını hikaye etmesi ayrı, sevdiğinin hayrını kendi çıkarının üstünde tutmasıyla, bu uğurda sevdiğinden ayrı düşmeyi dahi göze alarak fedakarca iddiasından vazgeçebilen kişinin sonunda muradına ermesi de ibretliktir..